gazeteciler-timur-soykan-ve-murat-agirel-gozaltina-alindi-a90l

 

İsmet İnönü’nün bir sözü aklıma geliyor:

“Bir ülkede namuslular, en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur.”

Şimdi sormak gerek:

Kim daha cesur?

Yazdığı haberle gözaltına alınacağını bile bile yazan mı?

Yoksa üç kuruşluk zamla günü kurtarıp yarını görmezden gelen mi?

Dışarıda verilen ekonomik mücadele artık yaşamakla hayatta kalmak arasındaki farkı sorgulatıyor.

Bir litre sütle bir fikir arasında seçim yapmaya zorlanıyoruz.

Oysa özgürlük, yalnızca bir kelime değil; yaşamsal bir ihtiyaç.

İçeride verilen mücadele ise bir başka türden.

Gazeteciler her gün susturulmaya çalışılıyor.

Ama sustukça meseleler çözülmüyor, sadece derinleşiyor.

Tarih bize gösterdi:

Sorgulayan toplumlar ilerledi.

Soranlar, yazanlar, direnenler sayesinde Fransız İhtilali yaşandı.

Amerika’da Watergate skandalı, bir gazetecinin ısrarlı takibiyle ortaya çıktı.

Almanya’da Spiegel vakası, basının devlet üzerindeki denetim gücünü kanıtladı.

Bizdeyse hâlâ “Bu haberi yaparsan başına ne gelir?” sorusu en çok sorulan şey.

Ve şimdi geldiğimiz noktada kelimeler bile anlam değiştiriyor:

Tutsaklık ve esaret, artık aynı şey değil.

Tutsaklık, dışsal bir zorlamadır.

Ama esaret; gönüllü bir suskunluktur, korkunun içselleştirilmesidir.

Bir toplum düşünün, özgürlükle güvenlik, cesaretle geçim, haberle huzur arasında seçim yapmak zorunda bırakılmış.

Ve o toplumda herkesin dilinde aynı cümle:

“Dikkat et!”

Dikkat edersen hayatta kalırsın.

Ama dikkat ederken yaşamayı unuturuz.

Bir zamanlar bayramlarda buluşan, aynı şarkıyla duygulanan, aynı takımın maçında sevinen bu halk;

Artık kutuplaşmış, sessizleşmiş, sorgulamaz hale gelmiş.

Gazetelerimizin adlarına bakın:

Korkusuz,

Sözcü,

BirGün,

Cumhuriyet…

Bunlar sadece isim değil.

Bunlar birer hafıza, birer direnç noktası.

Bu yüzden Timur Soykan ya da Murat Ağırel gözaltına alındığında mesele sadece onların meselesi olmuyor.

Toplumun hafızası sorgulanıyor.

Kimin hangi gerçekle yüzleşmeye cesareti var, kim yok – onun sınavı veriliyor.

Şunu unutmayalım:

Gerçeklerle başa çıkamayan toplumlar, efsanelerle avunur.

Ama efsaneler fatura ödemez.

Yalanlar iş yaratmaz.

Sansürle ilerleme sağlanmaz.

Bu yüzden artık bir karar zamanı:

Tutsak kalmak mı, esareti seçmek mi?

İçten içe kaynamak mı, açık açık konuşmak mı?

Sahici mücadele mi, sahte istikrar mı?

Karar sizin.

Ama şunu bilin:

Gerçekleri susturmak mümkün değil.

Sadece biraz daha geciktirirsiniz.

Ve ne kadar gecikirse, o kadar ağır olur bedeli.