Eylem BULDU…
Kitle gösterileri mi? Aman canım, ne kadar da geçici! Bazı çevreler ve sadık kalemşorları haftalardır “Bu da geçer Ya Hu” havasında. CHP’nin başlattığı eylemler birkaç gün sürer, gençler evlerine döner, toplum eski rutinine kavuşur sanıldı. Ne de olsa milletin en büyük tutkusu indirimli market alışverişiydi, değil mi? Ama gelin görün ki bu kez hesap tutmadı. Toplumun sabrı artık zamlarla değil, adaletsizlikle taşmış görünüyor. Üniversiteliler yetmedi, şimdi liseliler de “bir dakika” diyor. Öyle anlaşılıyor ki, saraydan beklenen “sükûnet” emri halk nezdinde karşılık bulmamış. Ve tüm bu tablo karşısında çaresizlikle bakakalan iktidarın elindeki son kart ne olabilir? Belki de İmamoğlu’nu serbest bırakmak.
İktidarın şimdiye dek kullandığı baskı araçlarının – yargı, medya kontrolü, kriminalize etme girişimleri – etkisini kaybetmeye başlaması, yeni bir evreye geçildiğinin işaretidir. Üniversite öğrencilerinden sonra liselilerin de ayağa kalkması, 1968 kuşağından Gezi’ye kadar birçok toplumsal hareketin başlangıç noktasını hatırlatıyor. Türkiye siyasetinde gençliğin sokağa inmesi, çoğu zaman iktidarlar için kırılma anlarını tetiklemiştir.
Geçmişte buna benzer örnekler yaşandı. 1980 öncesinde gençlik hareketlerinin kontrolden çıkması, askeri müdahalenin zeminini oluşturmuştu. 2007’de “Cumhuriyet Mitingleri” ile başlayan laiklik eksenli tepki süreci, AKP’nin cumhurbaşkanı adayını değiştirmesine yol açmıştı. En belirgini ise Gezi Direnişi’ydi: İlk başta “üç-beş ağaç” olarak küçümsenen olay, çok kısa sürede iktidarın siyasi stratejilerini revize etmek zorunda kaldığı büyük bir kırılmaya dönüştü. Gezi sonrasında, Erdoğan seçim kampanyalarında söylem değişikliğine giderek “milli irade” vurgusunu daha fazla öne çıkarmış, sertliği dozajlayarak bir “yumuşama” stratejisi izlemişti.
Bugün de benzer bir yol ayrımındayız. İmamoğlu meselesi, sadece bir belediye başkanının hukuki süreci değil, halkın iradesine karşı alınan pozisyonun sembolüdür. Ve halk, bu sembol üzerinden itirazını yükseltiyor.
Bahçeli adına yapılan açıklama – “İmamoğlu suçsuzsa beraat etsin, suçluysa cezasını çeksin” – bu nedenle dikkatle okunmalı. MHP’nin genellikle net ve sert pozisyon aldığı siyasi davalarda, bu kadar yumuşak ve şartlı bir ifade kullanması, iktidar bloğu içinde bir hazırlığın işareti olabilir. Geçmişte de benzer durumlarda MHP’nin “geri adımı tolere eden” söylemleri, bir politika değişikliğinin ön hazırlığı olarak sahaya sürülmüştü. 2019 İstanbul seçimleri bunun çarpıcı örneğidir: İlk seçim iptal edildiğinde gösterilen direnç, ikinci seçimdeki ağır yenilgi sonrasında yerini sessizliğe bırakmıştı.
Dolayısıyla bugün yaşananlar, iktidarın alışık olduğu yöntemlerin artık işlememeye başladığını ve yeni bir stratejiye yönelme ihtiyacını doğurduğunu gösteriyor. Bu yeni stratejinin merkezinde ise muhtemelen “İmamoğlu’nu serbest bırakmak” gibi halkta karşılık bulan sembolik adımlar olacak. Ne var ki bu adım da sadece geçici bir pansuman olabilir. Toplum artık sadece kişiler üzerinden değil, sistematik adaletsizliklere karşı da bir arayış içerisinde.
Ve Türkiye siyaseti bize şunu tekrar hatırlatıyor: Özgürlük talepleri bastırılsa da ertelense de bir gün geri döner. Asıl mesele, buna kulak verip verememekte.